İlk olarak Engin Günaydın'ın başrol oyuncusu olması ile ilgili bir yorum yapmazsam olmaz.Sanırım Engin Günaydın, insanların hafızasındaki komik adam imajını, yetenekli karakter oyuncusu imajı ile değiştirmeye and içmiş. Onun yüzünü görür görmez Burhan Altıntop'u hatırlayıp gülesi gelmeyen insan sayısı aslında çok az ama birçok kaliteli yapımda (başta kendi filmi vavien olmak üzere) yer alması bu imajı kırmak için çabaladığının göstergesi. Esasında başarılı da sayılır, en azından Yeraltı için başarılı buldum. Lakin o konuşurken Burhan konuşuyormuş gibi hissetmeden edemediğim replikler de oldu ne yalan söyleyeyim.
Senaryo ve sahnelere gelecek olursak. Dostoyevski'nin "yeraltından notlar" hikayesinden "serbestçe" esinlenmiş sevgili Demirkubuz, belki de önce aslını okumak lazım doğru yorumlayabilmek için. Ancak bunu yapmadığım için bu noktayı es geçerek konuşacak olursak; hikayenin ilk yarısını oldukça sıkıcı buldum. Senaryonun vurucu kısmı, beklenen heyecanlı atak bir türlü gelmek bilmiyor. Klasik Demirkubuz görselleri ile baş başayız. Hiç vazgeçmeden kullandığı sekanslar tabi ki bu filminde de var. Mesela tercihen tek renk (koyu yeşil, bordo ya da lacivert) bir kanepede elinde külü uzamış sigarasıyla belgesel seyreden orta yaş bunalımlı erkek figürü, eski tip eşyalarla döşenmiş eski evler, bitmeyen dönen merdivenler, takside otobüste boş bakışlı kafaların dayandığı buğulu camlar vs vs vs...Bir kez olsun şaşırtsın istedim ama tabi olaya tarz olarak bakarsak da şaşırtmaması da makbul olabilir. Öte yandan bir de açık televizyon sahnelerinden birinde "Masumiyet"i gördüm ya hele, ah dedim Demirkubuz bir film çektin eyvallah başımız üstüne Türk sinemasının en kült filmidir, yalnız neden hala "Masumiyet"ten geçinmektesin ey yönetmen?
Gelelim hikayeye. İkinci yarıda istediğim patlamaları naçizane bir izleyici olarak kendi adıma buldum diyebilirim. Yönetmen burada sosyal olmakla asosyal olmak arasındaki çizgiyi, gerçekçi olmakla yalaka olmak arasındaki çizgiyle bir güzel çakıştırmış, tam gözünden vurmuş mesajı bence. Eğer samimi değilsen, nankör değilsen, doğrucuysan kimsen yok demektir. Herkes akıllıdır bir sen salaksındır, hiç arkadaşın yoktur. Toplum içinde sevilen ya da en azından dışlanmayan olmak için yalakalık edebilmen ya da atılan tüm golleri yutman gerek. Benim için filmin en güzel sahnesi Muharrem ve hırsız yazar cevdet ile diğer üç yalaka arkadaşının yemek yediği sahneydi. Muharrem ve Cevdetin diyalogları ile diğer 3 kişinin salak salak Cevdet'in "biz" başlangıçlı her önermesine "eeee veeet" demeleri kısa film olsa her gün izlenebilecek cinstendi. Sadece bu sahne tüm derdini anlatmaya yetmiş bence. O üç şakşakçıdan sonra apartman varoşu Türkan'ın nankörlüğü de cabası.
Bir insanın çıldırma noktasına nasıl geleceğini bizzatihi yakından görmüş olduk. Bütün evi kırıp dökmek de rahatlatmadı Muharremi, tıpkı öfkesini o insanların yüzüne haykırmayı becerememesine rağmen hep hayal etmesinin de rahatlatmadığı gibi....Yine bir tema yine bir Zeki Demirkubuz filmi diyorum.
Sonnot olarak; patatesin simgesel duruşunu da ayrıca takdir ettim, bu kadar ağır varoluşsal yüklemelerin arasına hafif hafif komedya da serpiştirmiş ustaca.