16 Haziran 2012 Cumartesi

"kağıt"



2008'de çekilmiş ancak 2011'de gösterime girmiş Sinan Çetin filmi. Senaryosu eksik, görselliği ciddi anlamda sağlam ama felsefesi bozuk filmi. Sinopsisi ile kendimi yormadan direk eleştiriye geçeceğim. Yönetmenin nasıl bir kafa yapısına sahip olduğunu vatandaş zaten net bir şekilde biliyor, zira düşüncelerini doğrudan paylaşan bu anlamda açık yürekli bir insan. Birçok filmi, dizisi ve sairesi var, üstelik bir de afilli bir yapım şirketi var...Film konusu gereği, kanunları, devleti ve onun emir eri memurlarını tokatlama çabası içerisinde.



Devletin koyduğu bazı yasakların ve yasaların insan hayatını kolaylaştırmak yerine zorlaştırdığı mesajı, yönetmen olmaya çalışan ancak o dönemin yasaları yüzünden çekim izni alamadığı için geleceğini, ailesini ve arkadaşlarını kaybeden genç bir adamın (Emrah- Öner Erkan) başına gelen dramatik olaylar üzerinden anlatmaya çalışmış. Devletin yasakçı ve otoriter zihniyetini sürekli kocaman gözlükleri ile yasalara itaat etmekten acımasızlaşmış orta yaşlı bir kadın memur (Müzeyyen hanım -Asuman Dabak) üzerinde  simgeselleştirmiş. önetmen, vakti zamanında ilk filmini çekmek için bu tarz bir izni alamamış ve bu film için kendi olaydan esinlenmiş, deniyor.




Filmi izledikçe, derdini anlamakla birlikte, kızdıkça kızdım desem yeridir. Bir kere filmin başına "Kültür ve Turizm Bakanlığı sinema fonunun katkısı olmadan yapılmıştır" gibi bir cümle koymuş. Birincisi bu ifade neye gönderme? O fon sayesinde filmde anlatılan dramı yaşamaktan kurtulan acaba kaç yönetmen adayı var, bunu bir düşünmek lazım. İkincisi, koskoca plato yapımcılık, tabi ki katkı filan almadan yapacak, aynı şirketin çok tutulan dizileri ile seyircinin gözüne soktuğu reklamlarla kaç milyon dolarlar kazanıldı allah bilir. Ayrıca, Sinan Çetin'in, Emrah karakterinin filmini çekebilmek için para almaya gittiği kırmızı gömlekli, bağrı kıllı, sektörün mafyası olmuş para babası yapım şirketi sahibi karakterden bir farkı sürekli giydiği siyah tişörtüdür herhalde.

Gelelim kafama takılanlara... filmin ilk sahnelerinde rejisör olamamış Emrah bey, sabit fikirli memure Müzeyyen hanımı, duvarları kağıtlarla bezenmiş evine getirdiğinde, yazdığı kitapları gösteriyor ona. "Kanunsuz düzen", "az kanun çok hayat" vb isimli kitaplar. kitapların adından da anlaşılacağı üzere yasaların ve devletin gereksizliği üzerine yazılmış, çünkü Emrah filmini çekmesi/gösterime sokması için kendisine kanun gereği verilmeyen bir evraktan muzdarip. O sahnede "kanun olmazsa düzen olmaz mı", "devlet insanın özgürlüğünü elinden alır" şeklinde devam eden bir diyalog var. İyi güzel, anlamlı bir mesaj verilmeye çalışılmış. harika, ama ey senaryo yazarı ve yazarları hiç mi siyaset tarihi okumadınız? John Locke, Hobbes ya da J.J. Rosseau gibi düşünürlerden haberiniz var mı? Devletin ve kanunların hangi yüzyılda ortaya çıktığını bilen var mı acaba aranızda? Eğer felsefi bir kaygı içerisindeysen ve ucundan acık da olsa siyasi bir diyalog yazma çabasındaysan azıcık tarihine bir bakmak gerekmez mi, diye düşünmeden edemedim. Tüm bunlar yüz yıl önce tartışılmış zaar, dünya üzerinde çeşit çeşit insan var çeşit çeşit ideoloji var, artık tartışmalar başka boyutlara geçmiş ama bu film hala "devlet olsun mu olmasın mı"yı tartışıyor. Tüm dünya anarşizmi de komunizmi de tartışmayı bıraktı. Kapitalizmin kanlı zaferini kanlı bir şekilde kabul etti, geçmişte kalmış kısırlıkları bugünkü özgürlük tartışmalarına taşımak analojide hatadan başka bir şey değil bence. Devletin ve yasaların varlığından ziyade nasıl olması gerektiğini tartışsa "taş üstüne taş koydu" diyebilirdik herhalde. Bir insanın herhangi bir şeyi eleştirebilmesi için önce onun ne olduğunu bilmesi gerekir. Yönetmen, siyaset felsefesini, hukuku ve dünya tarihini pek iyi bilmiyor, dolayısıyla eleştirileri de hatalı oluyor.

Bu felsefik yanlışlığın dışında, görsel açıdan çok başarılı olduğunu inkar etmeden, "goof" tabir edilen teknik hatalarını da yakaldım. Emrah, Muharrem kılığında Müzeyyen hanımın çaycısı olarak çalışırken çolak taklidi yapıyordu. Savcılıktan Müzeyyen hanıma gelen kağıdı ona teslim ederken çolak elini kullandı ama kimse farketmedi. Daha doğrusu Müzeyyen hanım bu duruma uyanmadı nedense. Bilerek yapılmış da olabilir tabi ki. Ancak, benim dikkatimi çekti. Bir noktaya daha takıldım, çekim izni almak için Emrah'ın Ankara'ya kaç kez gittiği sayılıyor sahnelerde. 1. gidiş, 2. gidiş, 3. gidiş ve 5. gidiş. Aradaki 4. gidişi biz niye göremedik orasını da anlayamadım. Ben mi yanlış gördüm diye filmi başa sarıp tekrar kontrol ettim ama yine göremedim. Filmin keyfini kaçıracak kadar mı dikkatli izliyorum ne....

Bu arada, filmin en çarpıcı karakteri Emrah'ın annesiydi. Anne figürü ancak bu kadar iyi anlatılır ve bir anne rolü ancak bu kadar güzel oynanır. Emektar oyuncu Ayşen Gruda'yı tebrik etmek lazım. 12 Eylül döneminde solculuktan (!) içeri giren Emrah'ın saçlarını sıfıra vuruyorlar ve annesi çok yakışmış diyor hem de en sıcak, en içten samimiyetiyle, evlat işte...

12 Eylül demişken, Sinan Çetin'in siyasi bakışını Avrupa Yakası dizisinde muhallebicinin duvarına astığı (sublüminal mesaj bile değil doğrudan göze sokma) Ayn Rand'ın Atlas Vazgeçti romanının afişinden beri biliyoruz. Zaten kitabın Türkiye'de basımı da sayesinde olmuştur. O kitap da bir iki saat tartışılacak bir içeriğe sahip, o konu da bir başka bahara kalsın.



Hah ne diyordum, siyasi görüşü. Filmde Emrah işçilerin direnişini ve devrimci duruşlarını anlatan bir film çekmeye çalışıyor. Solculara bir selam çakmış yönetmen ancak pek yememiş. Sürekli fonda "1 Mayıs" marşı vs. Anlamsız. Objektif / tarafsız olmaya çalışmış. Devlet yüzünden (filmdeki anlatımıyla "kağıt" yüzünden) ölen insanların ideolojik kimliğinin bir önemi olmadığını söyleyebilmek için, her türden isimler akıyor son sahnede ama çorba olmuş biraz. Yani nesnel olduğunu ima etmeye çalışmış ama bu da yememiş. Netice itibariyle çabasını takdir etmekle birlikte pek beğenmedim. (Bunu deme özgürlüğüne sahibim değil mi?)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder